Gizem ÇOKGÜN - LEVANTERNLER
LEVANTERNLER
İzmirde levanterler
Osmanlı İmparatorluğu zamanında gelişen
ticaret sayesinde birçok
Avrupalı tüccar Osmanlı’ya gelip ticaret yapmış ve sonrasında buraya yerleşmiş,
yoğun olarak İzmir ve İstanbul’da hayatlarını sürdürmüşlerdir. Levantenlerin
varlıklı ve eğitimli kişiler oldukları konusunda bir genelleme yaparsak çok da
yanılmayız diye düşünüyorum. Levantenler çoğunlukla sanata ve tarihlerine düşkün
kimselerdir, bunu da geçmişlerine olan bağlılıklarından rahatlıkla
söyleyebilirim. Güzel İzmir içinse gerçekten gözardı edilemeyecek kadar değerli
bir miras bırakmışlardır. Bugün İzmir’de demiryolu, bankacılık, mimari ve
belediyecilik gibi şehrin gelişimine katkısı olacak birçok şeyde Levantenlerin
parmağı vardır.
Lozan Barış Anlaşmasından sonra kaybedilen
ticari ayrıcalıklar ve gayrimüslimlere uygulanan yasaklar yüzünden bir çok
Levanten Avrupa’daki ana vatanlarına geri dönmüş bazıları ise İzmir’de kalmayı
tercih etmiştir. Ki aslında yüzyıllar içinde İzmir onların da ana vatanı haline
gelmiştir,

Forbes köşkü, levanten köşkleri
arasında en güzellerinden birisidir, gerçekten güzelliği Buca’daki diğer
köşklerden daha belirgindir. Yalnız makus bir tarihe sahiptir, köşk 1908’de
inşa edildikten bir sene sonra yanıyor ve 1910 yılında tekrardan inşa ediliyor.
Zamanında ev hakkında çeşitli dedikodular da yayılmıştır. Ev çevreye hakim bir tepenin
üstünde kuruludur ve ev hakkında çevre köylüler tarafından büyülü olduğuna dair
söylentiler çıkmıştır.
Ayrıca
evin 1909 senesinde yanmasına sebep olan şeyin ise kıskanç bir metres ve
hizmetli olduğu söyleniyor. Aile meyan kökü ticareti ile uğraşmıştır, ayrıca tren yolunun da evin yakınından
geçmesi için para verdiği söylenmiştir zamanında ama bu tarihler itibariyle
imkansızdır. Forbes kökşü ayrıca Buca’daki Forbes caddesine de adını vermiştir.
Aile 1920 senelerinde Amerika’ya gittikten
sonra Whittall ailesi üyeleri burada yaşamış ve
1950 senelerinde ise SGK’ya devredilmiştir ve hala Buca devlet hastanesi
bahçesinde bulunmaktadır.

Burası
Aliotti ailesinin köşküdür. Yapımı
1900’lerin başlarına dayanıyor. Çok uzun zaman önce İzmir’in ünlü işadamı
Durmuş Yaşar burayı satın alarak kurduğu vakfa bağışladı ve şu anda bir eğitim
merkezi olarak çalışmalarını sürdürüyor.
Aliotti ailesi İzmir’in önemli ailelerinden
birisiydi, Buca’da ( eski adı boudja) her gün gördüğü Hasan Ağa parkının da
sahibi Aliotti ailesiydi ki zaten o zamanlar Buca üzüm bağları ile ünlü bir
yerdi. Sonrasında parkı Hasan Ağa adında biri satın aldı ve etraftaki
köylülerin kullanımına açtı. Aliotti ailesi genel olarak halı ticareti ile
uğraşıyordu.
Mersinde
levanterler
19. yüzyıl
sonlarında Mersin, Anadolu’nun Akdeniz’e açılan en önemli liman
kentlerindendir.
1930’lardan sonra hızlı bir gelişim süreci yaşayan kent, bu sürecin
devamında
Avrupa’nın birçok ülkesinden göç almıştır.
Bölgenin
geleneksel ürünü olan pamuğa bağlı olarak gelişen dokumacılık ve
tekstil
sektörünün artan ihracat talebinin karşılanmasının yanı sıra, Süveyş kanalının
inşası
için gerekli olan kereste talebinin karşılanması da Mersin limanı aracılığıyla
yapılmıştır.
Bu dönemdeki ticari hayatın canlılığı Avrupa’dan fark edilmiş ve Mersin
bir
cazibe merkezi haline gelmiştir. 1850’li yıllardan itibaren kente, Marsilyalı,
Marunî,
Galyalı, Kıbrıslı ve Latin kökenli aileler gelmiştir. Bu gayrimüslim Avrupalı
ailelerine
hepsine birden Levanten denilmiştir.
Farklı
kültürlere sahip bir mozaik içerisinde oluşturulan tüm binalar ortak bir
mimari
dilde buluşmuşlardır.
Mersin,
Osmanlının en genç kentlerinden biridir. Bu özelliği onu Osmanlının
ilk
düzenli kenti yapmıştır. Evlerin şekillenmesi ve yerleşimleri, kişilerin sosyal
ve
kültürel
farklılıklarının yanında mesleki farklılıklarına göre de oluşmuştur.
Tanzimat
sonrasında hazırlanan ve yeni yapılarda uyulması gerekli kurallar
ebniye
nizamnameleri ile belirlenmiştir. Bu nizamnameler bugünkü imar
düzenlemelerinin
temelini oluşturmaktadır. 19. yüzyılda Mersin’in yeniden
kurulduğu
dönemde, Osmanlıda bir yerleşimin ‘’mahalle’’olarak kabul edilmesi bazı
koşullara
bağlıdır. Atık su sisteminin çözülmesi, düzgün satıhlı yollarının, okul,
karakol
ve mescit gibi yapıların bulunması bu koşullardan bazılarıdır. Ebniye
nizamnamelerine
göre, sokak genişlikleri, ev cephelerinde yer alacak mimari öğeler
ve
boyutları da belirlenmiştir. Ebniye nizamnamelerine göre yapılandırılan Mersin,
bu
kurallar doğrultusunda oluşturulmuş diğer Osmanlı kentlerinden farklı ve
Avrupai
görünüme
sahip bir şehirdi. Bu kurallar doğrultusunda gelişen Mersin, geleneksel
kentlerde
olduğu gibi, meydana bağlanan, dar, çıkmaz sokaklı bir kent dokusuna
değil,
doğu-batı ve güney-kuzey aksı üzerinde gelişen, limana paralel ve dik olarak
konumlandırılmış
geniş ve ferah sokaklara sahiptir. Şehrin kurulmuş olduğu coğrafya
düz
ve geniş arazi yapısına sahiptir. Bu sebeple dar sokaklı ve bitişik nizamlı
yapılaşmaya
gerek duyulmamıştır. Mersin’de
esas yerleşim, ticaretin kalbinin attığı Camii şerif mahallesindedir.
Limana
inen veya kıyıya paralel uzanan geniş sokaklarda ticaret yapan esnafa ait altı
dükkân
ya da depo tarzında, üzeri konut olan binalar vardır. Daha zengin
yabancıların
bahçeli evleri ise şimdiki Atatürk Caddesi civarındadır. Ticari ilişkiler
nedeniyle
Mersin’e gelip yerleşen Avrupalılar, kendilerine ait yapıları da yine
Avrupa’dan
getirttikleri, her biri farklı eğitim almış, farklı ülkenin kültürüne tabi
mimarlarla
çalışarak oluşturmuşlardır. Avrupa’dan Doğu’ya gelip, doğulu olmayı
kabullenmeyen
ve ilk dönemlerde bu şekilde anılmaktan rahatsızlık duyan
Levantenlere
ait bu yapılar iyi korunamadıkları için günümüze çok azı ulaşabilmiştir.

Eski
Mersin Yapıları’nda kesme taş işçiliğinin önemli yeri vardır. Temiz, düzgün
yüzeylidir ve daima yalınlığı yansıtır.Yapı ustaları işverenin ihtiyacından
yola çıkarak yalınlık sınırları içinde yapıyı oluşturmuşlardır. Belki de böyle
yalın olmaları çok eski devirlere bir gönderme idi.
GİZEM
ÇOKGÜN 152010012
Comments
Post a Comment