Betül Güzel - “Levanten Evleri” ile “Türk Evlerinin”kültür ve yaşayış farkı
TOROS ÜNİVERSİTESİ
GÜZEL SANATLAR
TASARIM VE MİMARLIK FAKÜLTESİ
ICM 429-İNSAN VE MEKAN İLİŞKİSİ DERSİ
Araştırma Ödevi
Yürütücü:Sait Özkal YÜREĞİR Tarih:16 EKİM 2018
“Levanten Evleri” ile “Türk Evlerinin”kültür ve yaşayış farkı
Hazırlayan:Betül Güzel-152010050
Levanten Evleri
İslâm dünyasında her devirde çok
sayıda gayrımüslim yerli topluluk yaşamıştır. XI. asırdan itibaren bilhassa
İtalyanlar, baharat ve ipekli satın almak üzere Doğu Akdeniz limanlarını
kullanırdı. XII. asırda Kudüs’ü ve Doğu’nun zenginliklerini ele geçirmek üzere
Avrupa’dan Suriye ve Filistin’e yapılan Haçlı
seferlerinin ardından, Doğu Akdeniz’de ticaret daha da inkişaf etti. Bu
vesileyle Avrupalılardan buraya yerleşenler oldu. Çevrede kurulan Haçlı
krallıkları peşpeşe müslümanların eline düşse bile, bu ticarete bir halel
gelmedi. Çeşitli sebeplerle İslâm beldelerine yerleşip, Rum, Ermeni, hatta
Yahudi gibi yerli gayrımüslimlerle evlilik yoluyla karışan Avrupalılar, burada yepyeni bir sosyal sınıf teşkil
ettiler. Avrupa’da câmisiyle, medresesiyle, çarşısıyla, sarıklı, yeldirmeli
insanların dolaştığı bir müslüman topluluğu hayal bile edilemediği bir devirde,
İslâm şehirlerinde ecnebilerin barış içinde ve imtiyazlı bir şekilde yaşadığı
mahalleler doğdu.

Güneşin yükseldiği yer
Bizans İmparatorluğu zamanında İstanbul’da Venedik,
Cenova, Amalfi ve Pisa gibi İtalyan şehirlerinden gelmiş bir topluluk vardı.
991’den itibaren Bizans hükümeti,
menfaat çatışması sebebiyle birbirini yiyen bu halklara ticarî imtiyazlar
tanımıştı. Hatta bunların yaşadığı İstanbul’daki Galata semtinin bir çeşit
otonomisi bulunuyordu. Mısır’daki Memlûk
Devleti de 1252’de ülkesinde yaşayan Fransız ve Katalanlara ticaret imtiyazları
vermişti. Osmanlılar XVI. asırda oraları fethedince, bu imtiyazları tasdik
etti. Hatta bütün Osmanlı ülkesine, sonra da barış içinde bulunduğu diğer
Avrupalılara yaydı. Bu imtiyazlara “kapitülasyon”
denir.
Akdeniz’in doğu kıyılarına öteden beri “Levant” denirdi. Bu söz, “güneşin
yükselmesi” manasına Fransızca “levere” kelimesinden gelir. Zamanla Anadolu ve
Suriye’nin sahil kesimini, Yunanistan ve Mısır’ı, XVI. asırdan sonra da bütün
Ortadoğu’yu ifade eder hâle geldi. 1918’de Suriye’yi işgal eden Fransa’nın,
burada kurduğu devletlere “Levant Devletleri” denmişti. XVI. asırda
milletlerarası deniz şirketleri “Levant” adını kullandığı için, bu şirketlerde
çalışan veya bunları temsil eden Avrupalılara “Levanten” dendi. Zaman içinde bu tabir Osmanlı ülkesinde doğup
büyüyen, burada yaşayan bütün Avrupalıları ifade eder hâle geldi. Levantenlerin
yerleştiği İzmir, İstanbul, İskenderiye, Selânik, Beyrut gibi şehirler, stratejik
ehemmiyeti yanında, müsait iklimi, emniyet ve huzurlu halleriyle ticaret için
elverişli yerlerdi.
İstanbul’daki Levantenler, öteden beri mahalli
Rumcadaki ismi Pera (öte taraf) olan
Beyoğlu ve çevresinde yaşar. 1453 senesinde İtalyanların yaşadığı Pera’da 600
aile sayıldı. 1927’de bu sayının 20 bin kişi olduğu görülür ki normal bir
artıştır. Burada yaşayıp, ömründe suriçi
İstanbul’una inmemiş; tek kelime Türkçe öğrenmemiş Levantenlerin sayısı az
değildir. Böylece Osmanlı cemiyetinde,
kozmopolit, izole ve kendine has âdetleriyle, enteresan bir topluluk olarak
hayatlarını sürdürmüşler; bazıları ise, evlilik yoluyla yerli gayrımüslimler
arasında erimiştir.

Bir Levanten ailesi Büyükada'da sayfiyede (1910)
Osmanlı Levantenleri, İtalyan, Maltız, Fransız,
Katalan, İspanyol ve Leh asıllıydı. Bunlar kendi dillerinin, arkaik kelime ve
tabirlerini muhafaza eden değişik bir şivesini konuşurdu. Papa tarafından tayin
edilen Katolik ruhanilerin bulunduğu
diplomatik misyona ait kiliselere devam ederlerdi. Sonra bunlara Holandalı,
Alman ve İngilizler de katıldı. İngiliz Levantenleri vasıtasıyla Protestan kiliseleri kuruldu.
Levantenlerin kendi aralarındaki davalar, Osmanlı mahkemelerinde değil; elçilik
ve konsolosluklarda kendi hukuklarına göre çözülürdü. Taraflarından biri
Osmanlı olan davalara ise, Osmanlı mahkemesinde bakılır ve tercüman hâzır
bulunurdu.
Levantenler, kendi dil ve dinlerini muhafaza etmekle
beraber, bulundukları beldenin yerli halkıyla münasebet kurdular; hatta
bunların bazı âdetlerini benimsediler. Yerli gayrımüslimlerle evlenerek, kendi
dillerini unutup, Rumca, Ladino (İspanyol Yahudicesi) gibi mahalli lisanları
konuşanlar bile oldu. Ama orijinal
Levanten yaşayışını korudular. Tâbiyetleri (vatandaşlıkları) ve kiliseleri
farklı olmakla beraber, menfaat sebebiyle hep müşterek hareket ettiler.
Ekseriya kendi içlerinden evlenmişlerdir. Evlilik sebebiyle iki tâbiyetli
(vatandaşlığı) olanlar vardı. Ancak çoğunun pasaportu ve tâbiyeti yoktu. Sultan
Hamid zamanında bunlara Osmanlı tâbiyeti
verildi.

İzmir Buca'da Forbes Villasi (1915)
Âdetâ küçük bir Avrupa
İstanbul’da ekseri Beyoğlu (Pera), Büyükdere, Adalar
ve Moda’da; İzmir’de Alsancak (Punta) ve Bornova’da otururlardı. Bakımlı
caddelerdeki beyaz badanalı, avlulu ve konforlu
Levanten evlerinden tek tük örnekler günümüze gelmiştir. Bu semtlerde
lokantaları, kafeleri, fotoğraf stüdyoları, bonmarşeleri (o zamanın alışveriş
merkezleri), tiyatroları, baloları, yortu zamanları tertipledikleri renkli
karnavalları ile âdetâ küçük bir Avrupa şehrinde yaşarlardı. Bestekâr Ferenc
Liszt’ten, oyuncu Sarah Bernhardt’a kadar çok sayıda artist, İstanbul’a gelip
burada resital ve temsil vermiştir. Levantenlerin depo, atölye ve fabrikalardan
başka, şehre yakın köylerde çiftlik ve bahçeleri vardı. At yarışı, futbol,
tenis, paten gibi sporlara, Levantenler öncülük
etmiştir.
Levantenlerin, kendi
dillerinde tedrisat yapan mektepleri vardı. Başta Fransızca olmak üzere
Avrupa gazetelerinin Levantenler arasında hayli abonesi olduğu gibi; Osmanlı
ülkesinde bu dillerde neşredilen gazete sayısı da az değildir. 1900 senesinde
Osmanlı ülkesindeki ecnebi gazeteler 100 bin nüshayı geçmiştir. Bunun 20 bin
nüshasını bizzat burada Levantenlerce basılanlar teşkil eder. Aynı yıl 139 tane
de Levanten gazete ve mecmuası
vardı. Çoğunda olabildiğince serbest yazılar neşredildiği için, Osmanlı
entelektüelleri tarafından da okunur; böylece Osmanlı payitahtı dünyadan
haberdar olurdu.

Bir Levanten gazetesi Le Courrier de Smyrne (1887)
Sosyal hayatlarında büyük ölçüde Avrupa’yı taklit eden
Levantenler, Osmanlı cemiyetinde “alafranga”
(Frenk Usulü) denilen ve zaman zaman küçümsenen bir hayat tarzı ve modanın
ortaya çıkmasna vesile oldu. Yerli gayrımüslimler, hatta bazı müslümanlar bile
bunların Avrupaî hayatına alâka duyar; Levantenlerle kurdukları münasebetlerle
bu modern hayatın tadını almaya çalışırdı. Yerli Ermeni, Rum, hatta
Yahudilerden, Levantenler gibi yaşayanlar; bunların imtiyazlı statüsüne
kavuşmak için, ecnebi tâbiyetine girenler olmuştur. Müslümanlar, tatlı su
balığı ile deniz balığı arasındaki farka atıf yaparak, biraz alaycı bir
şekilde, bunlara “Tatlı Su Frengi”
derdi. Frenk, Osmanlıların Batı Avrupalılara öteden beri verdiği isimdir.
Levantenler, Garblılara göre Şarklı; Şarklılara göre Garblı olarak görülmüş;
sadece Osmanlılar değil, Hammer gibi Avrupalı tarihçi ve yazarlar, Levantenleri
küçümseyen, hatta alaya alan yazılar yazmışlardır.
XVIII ve XIX. asırda belli başlı Osmanlı şehirlerinde
yaşayan Levantenlerin sayısı daha da arttı. Yeni ticaret yollarının keşfi bile
Levant ticaretinin ehemmiyetini azaltmadı. Levantenler vasıtasıyla Avrupa,
Osmanlı ülkesinde ticarî ve ekonomik
hâkimiyet kurmaya muvaffak oldu. Levantenler, Osmanlı diplomasisinde
belirleyici bir rol üstlendi. Avrupa sefaretlerinde tercüman olarak çalışanlar;
hatta Osmanlı anlaşmalarını topladığı eseriyle diplomasi tarihine hizmet etmiş
olan Baron Testa gibi Avrupa’dan
soyluluk ünvanı elde edenler bile vardır. Beyoğlu Belediye Reisi Edouard Blacque, banker Alleon, Moda’yı meskûn hâle getiren Whittal gibi aileler, yakın
zaman İstanbul hayatında mühim rol oynamış Levantenlerdendir. Son asırda
Levantenler içinde Fransızlar birinci sırayı alırken, bunları İtalyanlar,
Almanlar ve İngilizler takip eder. Bu devirde İstanbul’da 14 bin Levanten
yaşardı.

Levanten Barry ailesinin Galata'da salyangoz ihracati
ofisi
Temel hak ve hürriyetlerin teminat altında olduğunu
teyid eden ve Osmanlı Devleti’nin Avrupa’ya entegrasyonuna yardımcı olan 1839
tarihli Tanzimat Fermanı’ndan sonra Levantenlerin ekonomik ağırlığı daha da arttı. Avrupa sermayesi ile ortaklıklar
kurarak, devletten maden imtiyazları [maden çıkarma hakkı] aldılar. Devlet
tahvili komisyonculuğu ile büyük servet ve güç elde ettiler. Öteden beri
kazandıkları imtiyazlarla ve ekonomik faaliyetlerle Levantenlerin giderek
güçlenmesi, Avrupa karşısında gerileyen Osmanlı münevverlerinin reaksiyonuna
sebebiyet verdi. Şarkta yaşadıkları halde, Avrupalılara özenen giyim kuşamları
başta olmak üzere tenkit ve alaya, hatta nefrete hedef oldular.
1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet’ten sonra
iktidarı ele geçiren İttihatçıların koyu milliyetçi
politikaları, Levantenlerin aleyhine oldu. 1914’te kapitülasyonların
kaldırılması, Birinci Cihan Harbi mağlubiyeti ve ardından cumhuriyetin ilanı
ile, ekonomik faaliyetleri sınırlandırılan Levantenler; devletleştirmeler ve yerli halkın ticarete kaydırılması yüzünden
imtiyazlı bir sınıf olmaktan çıktı. 1930 ekonomik
buhranı, son darbeyi vurdu. Önce işlerini; ardından da bakımı ve tamiri
masraflı olan evlerini terketmek zorunda kaldılar. Bu evlerin çoğu devlete
intikal etti. Mesela İzmir Buca’daki
Baltacı Köşkü, ortaokula; Rees Köşkü de, öğretmen okuluna dönüştürüldü.
Yıldızları
Osmanlı Devleti ile beraber batan Levantenlerin çoğu başta Amerika olmak üzere batıya göç etti. Mussolini, İtalyan orijinlileri parlak vaadlerle
İtalya’ya davet etti. Mamafih bugün bile İstanbul, İzmir ve İskenderun gibi
şehirlerde az da olsa Levanten aileleri yaşamaktadır. Levantenlerin, Türk
sosyal yaşantısına tesiri, sadece bu dillerden Türk argosuna giren “racon”,
“faça” gibi kelimelerle sınırlı kalmadı. Son asırdaki modernleşme devrinde,
reformistlerin Avrupa’ya açılan penceresini teşkil ettiler. Bu bakımdan
Levantenler, Türk sosyal tarihinde mühim
bir iz bıraktılar.

Büyük yanginda yanan Levanten evleri. İzmir Punta
(Alsancak
1.
TÜRK YAŞAM
KÜLTÜRÜNÜN TÜRK EVİ TASARIMI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Evrensel kültürün
temelini oluşturan Türkler; gittikleri her yeri, dünyanın dört bucağını Asya,
Anadolu, Avrupa… ileri seviyede düşünceleri ve yazılarıyla aydınlatırlar, dip
kültürü oluştururlar (Tarcan, 2004). Binlerce yıllık geçmişe uzanan Türk yaşam
kültürünün köklü birikimlerinin doğal bir sonucu olan “Türk Evi” kavramının iyi
bilinmesinde yarar vardır. Türk evinin odağında insan vardır, doğaya
saygılıdır.
1.1.
Plan Tipleri
Geleneksel Türk Evi plan tipleri ile
ilgili en kapsamlı tipolojik çalışmayı Sedat
Hakkı ELDEM yapmıştır (Eldem, 1968; Eldem, 1984). Sofanın konumuna göre,
evin bulunduğu bölgelere göre ve tarihi dönemlere göre yapılan sınıflandırmalar
Türk evlerinin çeşitliliğini ortaya koymaktadır. Plan tipleri itibariyle Türk
evleri; iklim koşulları, yöresel alışkanlıklar, ekonomik koşullar ve yöresel
mimarinin etkisiyle sofasız, dış sofalı, iç sofalı ve orta sofalı olmak üzere 4
kategoride toplanmıştır (Hacıbaloğlu, 1989: 9). Ancak bu çalışmada mahremiyet
gereksinimleri nedeniyle şekillenmiş olan iki bölümlü plan tiplerine vurgu
yapılmaktadır.
Bu tip plan şemalarına çoğunlukla bölgenin
resmi ya da dini görevlerini yürüten kişilere ait evlerde rastlanmaktadır. Eve
gelen misafirlerin çokluğu ve sürekliliği nedeniyle zamanla şekillenen bu plan
tipinde haremlik ve selamlık bölümleri mevcuttur. Eve ayrı iki kapıdan
girilmektedir ve iki ayrı sofa vardır (Çizim 1). Çoğunlukla haremlik kısmı
diğerine göre daha büyük tutulmuştur (Eldem, 1968: 166). Bu plan şeması
sayesinde eve gelen misafirler ev halkını hiç görmeden başodaya alınabilirler.
Geleneksel Türk evlerinin mimari yapısı
incelendiğinde ilk dönemlerde evlerin 1 katlı olduğu görülür. Ancak daha
sonraları şehirleşmenin başlamasıyla 2 ya da 3 katlı evler yapılmıştır (Eldem,
1984: 96). Bu tip evlerde asıl yaşama mekânı üst katlardır. Son dönem örneklerde
ilk kata açılan pencerelere rastlansa da geleneksel mimari şemada giriş katı
genellikle penceresiz sağır duvarlara sahiptir. Yine aynı şekilde bahçe
duvarları da yüksek ve içeriyi göstermeyecek biçimdedir (Fotoğraf No:1). Bu
özellikleriyle ilk kat depo, ahır, samanlık vb. işler için ayrılmıştır. Bu içe
dönük mimari tasarım evin hanımının mahremiyet gereksinmeleri sonucu
şekillenmiştir. Bu tasarım sayesinde bahçe işleri, günlük işler vb. dışarıda
yapılması gereken tüm işler rahatlıkla gerçekleştirilebilmiştir.


Çizim 1: Akaylar Konağı (Biget, 1993: 40) Fotoğraf No: 1 (Günay, 1998: 130)
1.2.
Sofalar
Sofa odalar arası ilişkilerin sağlandığı
ortak bir mekândır. Türk Evi’nin en önemli karakteristiklerinden biridir. Bütün
oda kapıları sofaya açılırlar. Sofalar bir sirkülasyon alanı olmakla birlikte
aynı zamanda bir oturma ve toplanma alanıdır da (Küçükerman, 1985: 53;
Hacıbaloğlu, 1989: 19). Öyle ki Eldem (1968) çalışmasında, Türk Evi plan
tiplerinin sınıflandırmasını yaparken sofanın konumunu dikkate almıştır. Sofa
gelişmiş haliyle en eski örneklerde az görülmektedir. Odalar arasında oluşan
“odalararası ortak alan” kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Zamanla bu bölümün
üstü örtülmüş, kafes gibi görünmeyi kontrol eden çözümler geliştirilmiş ve en
sonunda camekânlarla örtülmüştür. Tüm bu evrelerde sofa ortak alan niteliğini
korumuştur (Küçükerman, 1985: 53).
1.3.
Odalar
Türk Evi’nde oda, yaşamla ilgili oturma,
dinlenme, yemek hazırlama, pişirme, yemek yeme, ısınma, yatma, çalışma gibi tüm
eylemleri karşılayabilecek donatıya sahiptir (Hacıbaloğlu, 1989: 21).
Köşe odalar iki dış cepheye sahip olmakla
daha aydınlık ve manzaralıdır. Başoda (Selamlık, Divane) genellikle köşe
odalardan biridir ve evin en önemli odasıdır. Dolap, ocak, sekilik, duvar ve
tavan kaplamaları, normal ve tepe pencerelerindeki tezyini süslemeler ile bir
bakıma evin simgesi olan bu oda aile reisinin erke misafirlerini ağırladığı,
toplantılar yaptığı önemli bir mekândır. Oda bu eylemlere göre biçimlenmiş
olup, değişkenliği azdır. İç donatımda bu espri içerisinde genellikle sabit
elemanlardan oluşur (Hacıbaloğlu, 1989: 22-23).
Evin hanımının ve çocuklarının yaşadığı
bölüm ise (Harem) daha az özenli ve değişkenliği fazla odalardır. Zaman içinde
oturma, yemek yeme ve yatma eylemlerine hizmet edebilmesi sağlanmıştır. Odalar
daha yalın tutulmuş, süs unsurlarına fazla önem verilmemiştir. Ancak, bu odaların
içinde “Gelin Odası” diye adlandırılan bir oda vardır ki genç evli çiftlerin
yatak odası olup duvar ve tavan süslemeleri bakımından göz alıcı bir görünüm
içindedir (Hacıbaloğlu, 1989: 23).
Türk Evi’nin biçimlenişinde geometri ve
faydacılık önemli rol oynar. Optimum koşulları sağlayabilmesi için odalar
şaşmaz biçimde kare veya kareye yakın dikdörtgen formdadırlar. Binanın arsaya
oturuşu hangi şartlarda olursa olsun üst kat odalarda çıkmalarla oda iç
mekânının düzgünleştirilmesi yoluna gidilmiştir (Hacıbaloğlu, 1989: 24).
Bu bakımdan oda; gündüz yemek hazırlanıp,
kahve pişirilip, oturulan oda gece olduğunda yüklüklerden çıkartılan döşeklerle
bir yatak odasına dönüşmektedir (Fotoğraf No:2).

Fotoğraf No: 2,
Odanın gündüz ve gece kullanımı (Günay, 1998: 171)
2.
TÜRK YAŞAM
KÜLTÜRÜNÜN TÜRK EVİ DONATI ELEMANLARI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
2.1.
Cumbalar ve Kim
Geldi Pencereleri
Geleneksel Türk evlerinin cephe düzenine
büyük bir estetik sağlayan cumbalar şüphesiz yalnızca estetik kaygılarla
tasarlanmamıştır. Odanın ya da eyvanın sokak manzarasına daha hâkim olabilmesi,
evin yapıldığı arazinin durumu nedeniyle mekân oluşturma çabaları vb.
nedenlerle yapılan cumbalar aynı zamanda kapıya gelenin kim olduğunu görebilmek
için de kullanılmıştır. Kapıyı gören yan pencerenin ince kafesi dışarıdan
görünmeden, geleni görebilmek için tasarlanmıştır. Çeşitli nedenlerle eve cumba
yapılamadığı ya da cumba penceresinin kapıyı göremediği durumlarda ise kim
geldi pencereleri kullanılmıştır (Fotoğraf No:3).
Bektaş (1996) çalışmasında kim geldi
pencereleri ile ilgili olarak “Kapıya
geleni görünmeden görmek… İki yüzlülük değil… Saygısız durumlara düşmemek…”
yorumunu yapmıştır.

Fotoğraf No: 3
Kimgeldi Pencereleri (Bektaş, 1996: 48,82)
2.2.
Yüklük ve Döner
Dolaplar
Küçükerman (1985), yüklük ve gömme
dolapları, geleneksel Türk evlerindeki odaların iç düzenlemesini analiz ederken
“yardımcı çevre” olarak nitelendirmiştir. Bu açık ve kapalı depolama alanları
odanın çok fonksiyonlu olarak kullanılmasında önemli bir yere sahiptir.
Bir oda yatak odası, oturma odası vb.
fonksiyon sınırlandırmasına gidilmeden tüm eylemler için kullanılmaktadır.
Dolayısıyla bu eylemlerde kullanılan eşyalar bu dolaplarda muhafaza
edilmektedir (Fotoğraf No:4). Bu depolama görevinin yanı sıra gömme dolaplar
mahremiyet gereksinmelerine de cevap vermektedir. Yüklüğün alt kısmında bir
kapakla ayrılan “yunmalık” ya da “gusülhane” olarak adlandırılan küçük hacimler
her odada yaşayan bir ailenin banyosu niteliğindedir.
Mahremiyet gereksiniminin sonucu olarak
ortaya çıkan bir diğer önemli tasarımda döner dolaplardır. Bu tasarım eve gelen
erkek misafirlere yapılacak olan ikramın mahremiyet kuralları içerisinde
gerçekleştirilmesine olanak tanımaktadır. Bir merkez etrafında dönebilen raf
sistemi iki taraftan kapaklı bir dolap içerisindedir. Bu sayede evin hanımı
hazırladığı ikramı bir taraftan rafa koyar ve çevirir. Diğer odadaki ev sahibi
ise bu ikramı alır ve misafirlere servis eder (Fotoğraf No: 5).


Fotoğraf No: 4
(Günay, 1998: 173) Fotoğraf No: 5
(Dağdeviren, 2009)
2.3.
İç Kapılar
Daha önce de bahsedildiği gibi geleneksel Türk evlerinde oda bir ev
fonksiyonlarının neredeyse hepsini bünyesinde barındırmaktadır. Adeta ayrı bir
“ev” gibidir. Bu nedenle, odanın da mahremiyeti önemli bir konuma gelmektedir.
Sofadan odaya doğrudan girilmez, oda girişinin içeriden kontrol edilebilmesi
sağlanmıştır. Kapı genellikle odanın köşesinde konumlandırılmıştır ve
dolaplarla yakından ilişkilidir (Küçükerman, 1985: 129).

Kapının
açık olduğu durum Kapının kapalı olduğu durum
Geleneksel Türk evlerinin günümüze kadar sağlıklı bir şekilde
ulaşamadığı bir gerçektir (Yıldırım ve Hidayetoğlu, 2006: 332). Dış çevre
koşulları, yapı malzemelerinin zamanın yıpratıcı etkilerine karşı koyamaması,
doğal felaketler, sosyal yaşamın hızla değişmesi, ataerkil aile yaşamının
çekirdek ailelere, hatta bireysel yaşama dönüşmesi gibi nedenler geleneksel
Türk evlerinin yaşatılamamasının başlıca sebepleri arasında sayılabilir.
Bununla beraber günümüzde sivil mimaride yaşanan kimlik sorunları,
çevresel ve ekonomik olumsuzluklar sözü edilen kültür miraslarından yeteri
kadar faydalanılmadığının açık bir göstergesidir. Geleneksel Türk evlerinin
koruması konusunda oluşmaya başlayan belli bir hassasiyet vardır. Benzer
şekilde, sağlıklı, kişilikli, insana ve doğaya duyarlı bir çevrenin
gelişebilmesi için; Türk evlerinin gerçek anlamda hayatın içinde yaşatılması ve
geliştirilmesi konusuna da ortak bir görüşün oluşması gerekmektedir.
Comments
Post a Comment